Bölüm Sekreterliği: 0216 554 15 00 | Dahili: 1525
US, BT, MR veya floroskopi gibi cihazlar kullanılarak vücuda tanısal ya da tedavi amacıyla girişimsel işlemlerin yapılmasıdır. Bu cihazların kullanılması sayesinde organlar ve dokular görülerek işlemler uygulanmakta ve böylece işlemlere bağlı riskler minimuma inmektedir. Girişimsel radyoloji ünitesinde yapılan işlemler vasküler (damarsal) ve damar dışı yapılara yönelik (nonvasküler) olarak yapılan işlemler olarak ikiye ayrılmaktadır. Vasküler işlemler atardamar ve toplardamarlarla ilgili olan işlemler, nonvasküler işlemler ise damarlar dışında kalan organlara yönelik yapılan işlemlerdir.
Vasküler işlemler atardamar ve toplardamarlarla ilgili olan işlemlerdir. Tanısal amaçlı işlemlerde özel iğneler ve kateterler ile görüntülenmek istenen damarın içerisine ilerlenmekte ve kontrast madde verilerek görüntüler alınmaktadır. Tedavi amaçlı işlemlerde ise damarlardaki problemin çözümüne yönelik işlemler uygulanmaktadır. Lokal anestezi sonrası kasıktan geçen atardamar içerisine iğne ile girildikten sonra küçük çaplı bir kılıf yerleştirilmekte ve kılıf içerisinden yine küçük çaplı bir kateter ile istenilen damara ulaşılmakta ve kontrast verilmesi sonrası görüntüler alınmaktadır. Kontrast madde verilmesi sonrası damarsal yapılar görünür hale gelmekte ve patolojik durumların varlığı ortaya konulmaktadır.
Nonvasküler işlemler damarlar dışındaki yapılara yönelik yapılan işlemlerdir. Görüntüleme yöntemleri gelişmeden önce vücudumuzdaki organlara yönelik yapılan işlemler anatomik pozisyonlara göre yapılırdı. Örneğin karaciğer ya da böbrek gibi herhangi bir organdan biyopsi yapılacaksa, organı görmeden, anatomik olarak uygun bir yerden girilerek parça alınırdı. Bu gibi durumlarda işlemi yapan hekim, parça alınacak organı ve organın önünde ne gibi yapıların olduğunu göremezdi. Organı görmeden yapılacak biyopsilerde, kanama ya da uygun yerden örmek alamama gibi durumlarla karşılaşılabilir. Artık günümüzde bu işlemleri girişimsel radyologlar, uygun cihazları kullanarak, biyopsi yapılacak organı ve çevresindeki yapıları görerek yapmakta, böylece organın içindeki ya da çevresindeki damar ve sinir gibi yapılara zarar verilmemektedir. Örneğin tiroid bezinden yapılacak biyopsilerde ultrason kılavuzluğunda tiroid bezi görülmekte, bez içerisindeki nodüle en kısa yoldan ulaşılmakta ve doğru bir şekilde aspirayon yapılabilmektedir.
Atardamar darlık ve tıkanıklıkları toplumda özellikle ileri yaşta sık görülen hastalıklardır. Halk içinde damar kireçlenmesi ya da damar sertleşmesi diye bilinir. Şeker hastaları, kolesterol yüksekliği olanlar, tansiyonu yüksek olanlar ve sigara içenlerde daha sık görülür. Bir kısmının tedavisinde ameliyat gerekebilir. Ancak günümüzde damar darlık ve tıkanıklıklarının çoğunluğu anjiyografi yöntemiyle tedavi edilebilmektedir. Şeker hastalarında gelişen diyabetik ayak yaralarının büyük kısmı damar hastalığına bağlıdır. Eskiden tedavi zor olsa da artık anjiyografik tedavi yöntemleriyle bu damarların açılması ve yara iyileşmesinin hızlandırılması mümkündür. Bazı damar yaralanmaları, damar hastalıları ya da değişik nedenlerle oluşan kanamalarda ameliyata gerek olmadan embolizasyon (tıkama) yöntemiyle kanamayı durdurmak mümkün olmaktadır. Aynı şekilde damarlarda var olan balonlaşmalar, damar yumakları ve benzeri damar anormalliklerinin anjiyografi ile tedavisi mümkün olabilmektedir. Son yıllarda özellikle göğüs ve karın ana atardamarlarındaki genişlemeler (torakal ve abdominal aort anevrizması) anjiyografi yöntemiyle tedavi edilebilmektedir. Boyun atardamarındaki ciddi darlıklar beyne pıhtı atmasına yol açabilir. Bunun engellenmesi için bu darlığın giderilmesi gerekir. Standart tedavi ameliyatla darlık oluşturan damar kireçlenmesinin temizlenmesidir. Bu damarlara stent yerleştirilerek darlıkların giderilmesi de etkin bir tedavi yöntemidir. Beyindeki atardamar balonlaşmaları (anevrizma) ve diğer damarsal sorunlar için de anjiyografi eşliğinde tedaviler son yıllarda çok sık yapılan girişimsel işlemlerdir.
Atardamar hastalıklarında girimsel radyoloji çok geniş bir tedavi yelpazesine sahiptir. Atardamarların temel hastalığı olan aterosklerozda (damar sertliği, damar kireçlenmesi) ilaç tedavisi ile hastalığı yenmek mümkün değildir. Darlık ya da tıkanıklık sadece ameliyatla ya da anjiyografik yöntemlerle açılabilir. Yapılan işlem anjiyografi ile damar içine kateter denen ince plastik tüplerle girip damarların görüntülenmesi ve sonra darlıkların balonla ya da stent denen metal kafesler yerleştirilerek açılmasıdır. Atardamarlarda anevrizma (balonlaşma) varsa bunun da birkaç değişik tedavi yöntemi vardır. Ameliyat hala yaygın olarak kullanılan bir yöntemdir; ancak anjiyografi ile küçük ya da büyük anevrizmaların kapatılması mümkündür. Büyük anevrizmalar stentlerin dışı kumaş benzeri bir yapı ile kaplı olanı kullanılarak tedavi edilebilir. Beyinde olduğu gibi küçük anevrizmalarda genellikle balonlaşan atardamar içi değişik tıkaçlarla tıkanarak tedavi edilir. Atardamar kökenli kanamalarında benzer kşekilde değişik tıkaçlar kullanılarak kanamanın durudurulması mümkündür. Damarlardan gelişen ve damar yumağı (hemanjiyom) ya da malformasyon olarak adlandırılan anormal damar yapıları da damar içinden anjiyografi yöntemiyle tıkanarak tedavi edilebilir.
Toplardamar hastalıkları içinde varis yetişkin çağda her 4-5 kişiden birinde görülür. Son yıllarda gelişen Lazer tedavisi ve Radyofrekans Ablasyon yöntemiyle, damar içinden başarılı bir şekilde tedavi edilebilmektedir. Lazer tedavisi (endovenöz lazer ablasyonu, EVLA) denilen bu yöntem deriden yapılan lazer tedavisinden farklıdır. Varisin kendisi değil varis oluşturan kaynak damarlar tedavi edilir. Diyaliz hastalarında fistül ve greftlerde daralma ya da tıkanmalar, bu hastalarda kol şişliğine yol açan ana toplardamar tıkanmaları günümüzde girişimsel radyolojide anjiyografi aracılıyla kolaylıkla tedavi edilebilir. Toplardamarlarda bir diğer önemli tedavi yöntemi toplardamar pıhtılaşmasının (derin ven trombozu) tedavisidir. Pıhtılaşma kol ve ayak toplardamarlarında, karındaki bazı organ toplardamarlarında olabilir. Bu tedaviyle yaygın toplardamar pıhtılaşması olan hastalarda uzun dönemde gelişebilecek sorunlar engellenebilmektedir. Tedavide en önemli konu erken tanı konmasıdır; çünkü pıhtının temizlenmesi özellikle ilk 15 günde etkindir. Ayak toplardamarlarındaki pıhtılaşmalarda pıhtının akciğere atmasını engelleyebilecek filtreler yerleştirilebilir. Damar yolu sorunu olan hastalarda hasta konforu ve tedavi etkinliği için geçeci ya dakalıcı, port kateter gibi çok değişik damar yolları yerleştirilebilir.
Toplardamar hastalıklarında girişimsel tedavi de temel olarak atardamar hastalıklarının tedavisine benzer ancak bazı farklılıklar vardır. En önemlisi toplardamar tıkanmalarında erken tedavi çok önemlidir. Toplardamarda damar sertliği hastalığı olmaz. En önemli hastalıkları varisler ve toplardamar tıkanmalarıdır. Toplardamar tıkanmaları genellikle pıhtı oluşmasıyla olur. Pıhtı erken temizlenmezse tedavi mümkün olmayabilir. Bu nedenle özellikle ayaklarda oluşan toplardamar tıkanmalarının (pıhtılaşmasının) erken dönemde (birkaç gün içinde) temizlenerek tedavisi gerekebilir. Eski tıkanmalar kısmen açılabilse de tedavi sonuçları atardamar gibi değildir. Varis tedavisi çok daha farklıdır. Varis oluşumunda genellikle ayakta yüzeyel damarlarda kapakçık yetmezliği vardır ve varis oluşumuna kaynaklık eden bu damarın yok edilmesi (ameliyatla çıkarılması ya da Lazer, Radyofrekans ablasyon yöntemiyle tedavi edilmesi) gerekir. Bu şekilde varislere doğrudan müdahale etmeden, kaynağın yok edilerek varisin tedavisi mümkündür.
Damar dışı dokularda tedaviler, damar tedavilerinden çok daha farklıdır. En sık yapılan tedaviler vücut içindeki abse ve kist gibi sıvıların tedavisidir. Bunun için ameliyata gerek yoktur. Görüntüleme yöntemleri kullanılarak girilmesi gereken yere bir iğne ile girilip daha sonra bu yoldan tüpler konarak ya da ilaçlar verilerek apse ve kist tedavileri yapılabilir. Sıklıkla karaciğerde görülen ve bir parazit kisti olan kist hidatiğin de bu şekilde tedavisi mümkündür. Bunun dışında tıkanan idrar yolları ve safra yollarına da tüpler yerleştirilerek kesin tedavi yapılana kadar bu sıvıların vücutta birikerek hastaya zarar vermesi engellenebilir. Bunlar içinde en bilineni sarılık oluşturan tümörlerde sarılığın giderilmesidir. Karaciğer başta olmak üzere bazı böbrek ve akciğer tümörlerinde ameliyatsız radyofrekans ablasyon denene yöntemle tümörün yakılarak yok edilmesi ya da küçültülmesi ve ameliyat yapılabilir hale getirilmesi mümkün olabilmektedir. Özellikle bazı tümörlere bağlı ağrı durumunda, görüntüleme yöntemleri eşliğinde ağrı oluşturan sinirlere değişik ilaçlar vererek ağrının geçici ya da kalıcı olarak tedavisi mümkündür. Vertebroplati yönteminde omur çökme kırıklarındaki ağrı, omur içine özel bir çimento enjekte edilmesiyle giderilebilir.
Damar dışı girişimsel işlemler sıklıkla biyopsi ve drenajlardır. Apse ve bazı vücut sıvılarının ameliyatsız, sıvı içine görüntüleme kılavuzluğunda girilerek kateter denen plastik tüplerle boşaltılmasıdır. Aynı yöntemle tıkanarak vücutta biriken safra ya da idrar tüplerle vücut dışına alınabilir. Karaciğer ve diğer organlarda görülen parazit kisti olan kist hidatik, çok büyük karaciğer ve böbrek kistleri benzer yöntemlerle boşaltılıp kist içine ilaçlar verilerek etkin bir şekilde tedavi edilebilir. Karaciğer tümörleri başta olmak üzer bazı tümörler için radyofrekans ablasyon denen yöntemle ameliyatsız tedavi yapılabilir. Tümör hastalarında yapılan bir diğer yöntem ağrı tedavisidir. Görüntüleme eşliğinde sinir blokajlarında ultrason ya da tomografi eşliğinde ağrı oluşturan sinirlere geçici ya da kalıcı bloklama yapılarak ağrı giderilebilir. Omur çökme kırıklarında vertebroplasti denen bir yöntemle omur içine özel bir çimento yerleştirilerek ağrı giderilebilir ve omur güçlendirilebilir.
Sıkça Uygulanan Tanı Yöntemleri:
Anjiyografi İle İlgili Genel Bilgiler Nelerdir?
Anjiyografi vücut içindeki damarların tıkanıklık, daralma ya da balonlaşma gibi hastalıklarını ortaya koymak için yapılan görüntüleme yöntemidir. Halk arasında genellikle damarlara yönelik tedavi işlemi olarak algılansa da asıl olarak tanı koymak için yapılan bir işlemdir. Anjiyografi sırasında tanı amaçlı filmler çekildikten sonra balon ya da stent yerleştirilerek damar darlık ve tıkanıklıklarının giderilmesi gibi tedavi işlemleri de yapılabilir. Bu işlemlere anjiyografi değil anjiyografi eşliğinde tedavi işlemleri (balonla genişletme ya da stent yerleştirilmesi gibi) denir. Merkezimizde anjiyografi tanı koyma amacıyla çok seyrek kullanılmaktadır. Çünkü renkli doppler ultrasonografi, MR anjiyografi ya da tomografik anjiyografi gibi asıl anjiyografiye gore çok daha basit ve hasta için konforlu yöntemlerle damar hastalıklarının çoğuna tanı koymak mümkündür. En az 4-6 saat hastanede yatış gerektiren konvansiyonel anjiyografi ise artık daha çok tedavi amaçlı kullanılmaktadır.
Anjiyografide Hangi Damara Girim Yapılır?
Anjiyografi işlemi hasta için en güvenli damar olması nedeniyle çoğunlukla kasık bölgesindeki atar damarlara girilerek yapılır. Seyrek olarak kol damarlarından da girim yapılabilir. Anjiyografi günümüz modern yöntemleriyle oldukça kolay ve güvenilir bir tanı-tedavi yöntemidir. Hastalar için en önemli sorun ve sıkıntı atar damara girildiği için işlemden sonra hastanın girim yerinden kanama olmaması için 4-6 saat sırtüstü yatmasının gerekmesidir.
Neden Anjiyografi Sonrasında Hastanın 4 - 6 Saat Sırt Üstü Yatması Gerekir?
Anjiyografi sırasında girilen damar bir atar damardır. Atar damarlar nabızımızdan da hissedebileceğimiz gibi yüksek basınçlı damarlardır. Bu nedenle bu damara bir plastik kılıf yerleştirilip tanı ya da tedavi amaçlı anjiyografi yapıldıktan sonra bu plastik tüp çekilir ve buradaki minik deliğin iyileşmesi için 15 dakika parmaklarla bu bölgeye baskı uygulanır. Bundan sonra vücudun kapanan o minik deliği tam olarak tamir etmesi için 4-6 saate ihtiyaç vardır. Hasta bu dönemde mümkün olduğu kadar hareketsiz olmalıdır.
Anjiyografi Sonrası Ne Zaman Normal Yürümeye Başlayabiliriz?
Anjiyografiden 6 saat sonra normal yürümeye başlanabilir. Genellikle ilk 24 saat ağır iş yapılmaması gerekir edilir. 24 saatten sonra tüm hareketler serbesttir.
Anjiyografi Sırasında Ağrı Duyulur Mu?
Normal koşullarda hayır. İlk iğne girimi yapılacak bölge önceden lokal (bölgesel) anestezi ile uyuşturulur ve hasta iğne girimini hissetmez. Hastada heyecan, gerginlik ya da işleme bağlı korku varsa aynı zamanda damardan da güçlü sakinleştirici ya da ağrı kesici ilaç verilmesi mümkündür ve bu işlemler hastanın çok rahat anjiyo olmasını sağlar.
Anjiyografi Ne Kadar Riskli Bir Yöntemdir?
Günümüzde aniyografi oldukça emniyetli bir yöntemdir. Tanı amaçlı yapılan anjiyografilerde bölgeye göre oran değişmekle birlikte ortalama komplikasyon oranı %1-3 arasındadır. Eğer anjiyografi sırasında damar darlık ya da tıkanıklıklarına tedavi de yapılmış ise sorun gelişme riski biraz daha artar. Ama gelişen sorunların büyük kısmı girim yerinde biraz kanama ve buna bağlı şişlik ya da morarmadır ve bunlar bir kaç gün içinde kendiğilinden geçer. Ağrı ya da şişlikte azalma olmaz ya da artma olursa Doktorunuza başvurmazın uygun olur.
Anjiyografide Kullanılan Renk Verici (Kontrast) Madde Zararlı Mıdır?
Kontrast madde özellikle böbrekler için zararlı olabilir. Daha once böbrek işlevinde bir sorun olmayan insanlarda normal sınırlarda kullanılan dozlarda hemen hiç sorun yaratmaz. Seyrek olarak basit allerjik reaksiyon oluşturabilir (kaşıntı ya da deride kızarıklk gibi). Ancak çok fazla miktarda kullanmak gerekirse böbreklere zararlı olabilir. Özellikle böbrek işlevinde sorunu olan hastalarda dikkatli kullanılır. Böbrek ile ilgili bir sorununuz varsa ya da şeker hastalığınız varsa anjiyografi öncesi bunu doktorunuza bildiriniz. Ama genellikle her anjiyografi öncesi hastalardan kan alınarak böbrek işlevlerine bakılır ve hastaya herhangi bir zarar verilmesi önlemi. Böbrek fonksiyonlarında sorun olan hastalarda günümüzde Karbondioksit anjiyografi işlemi yapılabilmekte olup kontrast maddenin böbreğe verebileceği olası zarar engellenebilmektedir. Anjiyografi çok değişik damar hastalıklarının tanı ve tedavisi için yapılan bir işlemdir ve her işlemin birbirinden küçük farklılıkları olabilir. Ancak genel olarak tüm hastalarda işlem öncesi ve sonrası uyulması gereken kurallar vardır. Bu kurallar aşağıda belirtilmiştir.
Anijyografi İşlemi Nedir?
Anjiyografi işlemi öncesinde en az 6 saat boyunca alınması zorunlu ilaçlar dışında bir şey yenilip içilmemelidir. Alınması zorunlu ilaçlar çok az miktarda su ile alınabilir. Hastalar her gün kullandıkları ilaçları kullanabilirler. Şeker hastalarının kullandığı insülin dozunun ayarlanması da gerekebilir. İnsülin kullanana hastaların anjiyografi doktorunu önceden bilgilendirmeleri gerekmektedir.
Anjiyografi öncesi hastaya özel önlük giydirilir ve hasta anjiyografi masasına yatırılır. Tercihen sağ kasıktan cilt temizliğini takiben o bölgeye iğnenin acısı duyulmasın diye ağrı kesici iğne (anestezi ilacı) yapılır. Daha sonra kateterler yardımıyla istenen bölgenin damarları görüntülenir. Anjiyografi hemen her zaman AĞRISIZ bir işlemdir. Hastada herhangi bir şekilde istenmeyen ağrı olursa girim yerine yapılan uyuşturucu (ağrıyı kesici) ilaç dışında damardan da ilaç yapılarak ağrı kesilir. Eğer anjiyografi tedavi için yapılıyorsa (örneğin balonla damarların açılması gibi), bu sırada hafif bir ağrı olabilir ve bu ağrı genellikle damardan ilaç verilmesiyle giderilir. Heyecanlı hastalar, anjiyografiden ya da iğneden korkan hastalar işlemden önce bunu anjiyografi doktorlarına bildirirlerse işlemden önce hastaya damardan sakinleştirici ve ağrı kesici ilaç yapılabilir. Bölümümüzde yapılan anjiyografiler kalp dışında vucuttaki diğer tüm damarların görüntülenmesi için yapılır. Kalp damarlarına yönelik anjiyografiyi kalp hastalıları uzmanları (kardiyologlar) yapmaktadır. Bu nedenle kalp dışında her iki kol ve bacak, boyun, beyin, ve karın organlarının damarlarının hangisi isteniyorsa görüntülenir. Sağ kasıktan girilen yoldan (sol bacak dahil) vücuttaki tüm damarların görüntülenmesi mümkündür ancak tedavi işlemine geldiğinde daha farklı girim yerleri gerekebilir.
Anjiyografiye Bağlı Riskler ve Anjiyografi Sonrası Ortaya Çıkabilecek Sorunlar Nelerdir?